Arşiv

Posts Tagged ‘Kopenhag kriter’

AVRUPA BİRLİĞİ ve AB – TÜRKİYE İLİŞKİLERİ

Mayıs 29, 2010 3 yorum

AB TÜRKİYEAVRUPA BİRLİĞİ ve AB – TÜRKİYE İLİŞKİLERİ GELECEK PROJEKSYONLARI, AVANTAJLAR ve DEZAVANTAJLAR

Avrupa Birliği bir medeniyet projesidir. Peki, bu medeniyet projesinin misyonları nelerdir?       İlki, İkinci Dünya savaşından sonra yıkıma uğrayan Avrupa Halkları için barış, zenginlik ve istikrar sağlamaktır. Soğuk savaş sonrası oluşan Kıtadaki bölünmelerin üstesinden gelmek; terörizmin arttığı son dönemlerde Halkların güvenlik içinde yaşamalarını sağlamak; Dengeli ekonomik ve sosyal gelişmeye katkıda bulunmak, Sürdürülebilir kalkınma ve sağlıklı çevre, insan haklarına saygı ve sosyal piyasa ekonomisi gibi Avrupalıların paylaştığı değerleri korumaktır.

Peki, AB’nin geleceği nedir?

“Lizbon Antlaşması” (Reform Antlaşması), Fransa ve Hollanda’nın halk oylaması ile ret ederek düşürdüğü AB Anayasasını temelde koruyan ve ufak değişikliklerle tekrar ülkelerin onayına sunulan AB Temel Antlaşmasıdır. Anayasa tartışmalarının temelinde uluslararası kuram ve uluslar-üstü kuramlar arasındaki çatışmasının yattığını söyleyebiliriz.

Hollanda ve Fransa’nın AB anayasasını halkoylaması neticesinde reddetmesiyle daha çok seslendirilen AB’nin ekonomi endeksli bir topluluk olarak kalacağı endişeleri, İrlanda’nın Lizbon anlaşmasını kabul etmesi ve İzlanda gibi gelişmiş bir ülkenin dahi AB’ye üyelik başvurusunda bulunmasıyla biraz da olsa dinmiştir. Bu durum AB’nin hala bir cazibe merkezi olduğunu göstermesi açısından önemlidir.

AB içinde ki bu tartışmalar aynı zamanda AB’nin kıtasal bir güç olarak yoluna devam edeceğini ya da küresel bir güç merkezi olup post-modern çağın önemli bir aktörü olup olmayacağı sorunsalıdır.

Türkiye’nin üyeliğinin AB’ye avantajları nelerdir?

Elbette ki, politik ve ekonomik bir küresel güç olmasının yolu da AB’nin en tartışmalı konularından biri olan Türkiye’nin üyeliğinden geçmektedir. Jeopolitik konumu, NATO da ki ABD’den sonra en büyük orduya sahip olması hasebiyle Türkiye’nin de üyesi olduğu AB uluslar arası arena da kuşkusuz sesini daha gür çıkaracaktır.

Türkiye, ayrıca kültürü, yaşam tarzı, adet ve gelenekleriyle AB’ye çeşitlilik ve zenginlik katacaktır. Daha da önemlisi AB, büyük çoğunluğu Müslüman olan üyesiyle hoşgörü ortamının artmasını sağlayacaktır. Özellikle 11 Eylül saldırılarıyla artan islamofobi Türkiye’nin üyeliğiyle yerini diyalog ortamına bırakacaktır. Buna ek olarak, demokratik, laik aynı zamanda Müslüman olan Türkiye, İslam dünyasıyla Batı dünyası arasında köprü vazifesi görerek, Samuel Huntington’ın “medeniyetler çatışması” teorisini Sayın Başbakanımızın da eş başkanı olduğu “medeniyetler ittifakı” gerçeğine bırakacaktır.

Üye ülke Türkiye, yaşlanan ve bir süre sonra çökmesi muhtemel olan sosyal güvenlik sistemine de ilaç niteliğinde katkıda bulunacaktır. Türkiye’nin Genç, eğitimli ve donanımlı işgücü AB’nin gelecek için öngörülen bu durumundan kurtaracaktır. Birkaç yıl içinde küresel krizin bitmesiyle, 2002-2007 yılları arasında ki büyüme hızını yakalamış, enflasyonu tek hanelerde, Mastricht kriterlerini yerine getirmiş, müzareke başlıklarının hepsini yerine getirmiş, AB müktesebatına uyum sağlamış 2020 yılında AB üyesi olan bir Türkiye, AB’ye yük olmaktan çok, Türkiye’nin yükünü çektiği bir AB olacaktır.

AB üyesi, istikrarlı bir Türkiye Orta Asya ve Orta Doğu’dan gelecek olan enerji nakil hatlarının güvenliği içinde çok önemlidir. 21. Yüzyılda önemi gittikçe artan enerji ihtiyacının Batı Avrupa’ya taşınmasının, Türkiye sayesinde daha güvenilir olacağı muhakkaktır. Nubucco projesi bunun en güncel ve önemli göstergesidir.

Türkiye, AB için önemli bir pazar olmakla kalmayıp, sıkı ilişkiler içinde olduğu Kafkaslar, Orta Doğu, Orta Asya da AB’ye büyük bir ticari pazar olarak açılacaktır.

Öyleyse durum bu iken, AB neden ayak diretmektedir? Çekinceleri nelerdir?

Özellikle 60’lı ve 70’li yıllarda Türkiye’den Avrupa’ya akın eden vasıfsız işçilerin yaşadıkları uyum sorunu AB’yi yeni bir muhtemel fakir işçi akını dolayısıyla isteksiz davranmaya zorlamaktadır. Daha da ötesinde Türkiye’nin coğrafi olarak gelişmemiş ülkelere yakın olması, yine AB’nin yasadışı göçmen akını korkusuyla baş başa bırakmaktadır.

Halihazırda, AB’ye yeni üye olmuş Bulgaristan ve Romanya’nın altyapı, tarım, yönetimlerin iyileştirilmesinin AB bütçesini zorlaması, Türkiye’nin üyeliğiyle birlikte AB’nin hayal dahi edilemeyecek bir yükün altına girmesi anlamına geleceği endişesini ortaya çıkarmıştır.

Demokrasi ve insan hakları mevzusunda, Türkiye her ne kadar iyileştirmelerde bulunsa da AB ile arasında büyük bir fark olduğu aşikârdır. Bu konuda “Gece yarısı Ekspresi” filminin AB nezdinde çizdiği Türkiye imajı oldukça derindir. Sivil otorite, anadilde yayın, eğitim hakları gibi demokrasi ve insan hakları konularında Türkiye’nin kat etmesi gereken yol hayli fazladır.

AB müktesebatına göre üye ülkelerle ciddi sorunları olan devletler üyeliğe kabul edilmeyecektir. Türkiye, Yunanistan ile Ege’de kıta sahanlığı problemini aşmak zorundadır. Daha da mühimi, AB üyesi Güney Kıbrıs’ı tanımayan bir Türkiye’nin AB’ye üyeliği ise zaten imkânsızdır.

AB’de açıkça dile getirilmeyen, lakin Türkiye üyeliği üzerinde tartışmaların en çok döndüğü konulardan biri de Müslüman bir ülkenin AB içinde nasıl sindirileceğidir. Asyalı ve Müslüman 70 milyonluk bir Türkiye zar zor sağlanmaya çalışılan AB entegrasyonuna büyük bir darbe vuracağı korkusu özellikle Avrupalı sağ cenahta dillendirilmektedir. Diğer endişe de 70 milyonluk Türkiye’nin üye olmasıyla Türkiye Avrupa parlamentosunda ve komisyonunda en fazla oy hakkına sahip olmasıdır. Diğer bir endişeyse Türkiye’nin coğrafi olarak çatımsa alanlarına ve sorunlu bölgelere yakın olmasıdır.

Peki, Avrupa Birliği üyeliği Türkiye’ye neler kazandırır?

“Demokratik anlamda” askerin politik hayata etkisi azalır/biter. Artık her 10 yılda bir yaşanan askeri darbelerin, post modern darbelerin, e-muhtıraların sonu gelir. İnsan hakları gelişir, ifade özgürlüğü sağlanır. Mesela, meşhur 301 yasası hususunda daha duyarlı, daha demokratik bir konuma gelir Türkiye. Son zamanlarda yoğun bir şekilde tartışılmakta olan “demokratik açılım” (Kürt açılımı) mevzusunda daha cesur adım atabiliriz. Buna bağlı olarak, ana dilde eğitimin, yayının yolu açılır. Burada değinilmesi gereken bir nokta da Türkiye’nin gerekli olan bu demokratik olgunlaşmayı kendisinin yapıp, yapamayacağıdır. AB bu konuda Türkiye’yi motive eden bir kurum olarak görmelidir.

“Ekonomik” anlamda ise en başta AB fonlarından yararlanırız. Türkiye’ye gelecek milyarlarca Avroluk hibelerle Türk ekonomisi yapısal olarak kendini daha da güçlendirecektir. AB’ye üye olmakla birlikte politik anlamda oluşacak istikrar ve güven ortamı, yabancı yatırımcıların gözünde Türkiye’yi daha çekici bir ülke konumuna getirecektir. Böylelikle daha yeni sanayi altyapısı ve teknolojiye sahip olmuş AB üyesi bir Türkiye, daha rekabetçi bir sanayiye sahip olur. Hepsinin sonucunda da ekonomisi gelişen bir Türkiye görmüş oluruz.

“Dış ilişkiler” boyutunda ise Yunanistan ile Ege kıta sahanlığı sorununun çözümünde yol alırız. Her platformda Türkiye’nin önüne konulan Kıbrıs sorunu, Ermeni sorunununda da AB arabulucuğu ve motivasyonu ile çözümü noktasında ilerlemiş oluruz.

AB üyeliğinin Türkiye’ye eksileri

AB müktesebatında da yazdığı üzere, AB’ye üye olan devletler bir takım egemenlik haklarından Birlik lehine feragat edecektir. Türkiye de şüphesiz üye olduğunda bir takım egemenlik haklarından vazgeçecektir. Ayrıca, bu feragat ve demokratikleşme Türkiye de özellikle milliyetçi kesimlerde bölünme başta olmak üzere birçok korkular yaratmaktadır. Buna ek olarak, dış politika ve keza iç politika da AB ye bağımlı kalmak zorunda olacaktır. Mesela, bir Afrika yılı ilan ederken AB’ye sormak zorunda kalacak, bağımsız politikalar üretemeyeceğiz. Diğer bir konu ise, değerlerimizin yani alışkanlıklar, yaşam tarzı, kültür, adet, gelenek ve göreneklerimizin AB üyeliğiyle birlikte aşınmaya uğrayacağıdır. Daha çok milliyetçi ve muhafazakâr çevrelerin dillendirdiği bu değerlerin aşınması konusunun gerçekçi bir argüman olduğunu söyleyebiliriz. Son olarak, farz-ı muhal 2023’te Cumhuriyet’in 100. Yılında AB’ye üye bir Türkiye, yaşlı ve hantal AB’yi, genç ve dinamik nüfus ve ekonomisiyle sırtlamak zorunda kalabilir.

AB üyeliğine Alternatifler

“Akdeniz Birliği projesi” Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy tarafından Türkiye’ye AB üyeliğine alternatif olarak öne sürülmüş bir projedir. Lakin bu proje ne ilgi görmüş ne de Türkiye Hükümeti tarafından önemsenip dikkate alınmıştır.

“İmtiyazlı ortaklık” Almanya Şansölyesi Angelina Merkel tarafından Türkiye’ye dikte edilmeye, kabul etmesi için zorlanan başka bir alternatiftir. İmtiyazlı ortaklık Türkiye’yi karar alma mekanizması başta olmak, belli başlı AB imkânlarından faydalanmayan bir AB üyesi Türkiye öngörmektedir. Bu durum AB’nin ciddiyetsizliğini ispat etmektedir. Bu proje hususunda ısrar ettikçe AB’nin inandırıcılığı ve kredibilitesi düşmektedir.

“Aşamalı üyelik” Türkiye için düşünülen başka bir alternatiftir. Yine bir takım AB kurum ve işlevlerinden bir süre ya da ebediyen faydalanmamasını öngörür. Mesela serbest dolaşım hakkı üye olduktan 10 sene sonra faydalanılabilecek ya da ebediyen Türkiye’nin faydalanamayacağı şeklindedir.

Sonuç:

Eğer bu sürecin sonunda AB Türkiye’yi kabul etmezse, Türkiye’nin Kopenhag ve Maastricht kriterlerini bırakıp, daha istikrarlı, pazarı daha geniş, daha demokratik, daha verimli, uluslararası arenada ekonomik olarak daha rekabetçi, kişi başına düşen milli geliri daha yüksek ve daha özgür bir Türkiye öngören Ankara Kriterleriyle yoluna devam etmelidir…

Servet ÇETİN